Ben ''kişisel gelişim'' kavramını resim sanatındaki gibi ''detay çalışma'' şeklinde nitelendiririm. Yani kişinin belli bir konuya odaklanarak ve kendisini o konuda geliştirmesi anlamında kullanıyorum. Fakat şu anda ''kişisel gelişim'' deyince, daha çok iletişim, hedef koyma vs gibi becerilerin geliştirilmesi akla gelmektedir.
Kitaplar nasıl sınıflandırılırlar?
İletişim, başarı vs. konulu kitapları tercüme ediyorum ve okuyorum da. Bunlardan tavsiye ettiklerim de olmaktadır. Ama her edebî tür için geçerli olan ''her kitabı herkese tavsiye etmemek'' şeklindeki prensibim, bu kitaplar için de geçerlidir. Başka bir prensibim de kitapları dayandığı paradigmaya göre değil, edebî türüne göre sınıflandırmaktır. Mesela benim için bir ilm-i hal kitabı, dinî bir kitap değildir; o bir fıkıh, yani bir hukuk kitabıdır ve İslam Hukukunu temel alır. Benim için ''dinî şiir'' diye bir tür de yoktur. Bir eser, teknik açıdan şiirse, şiirdir. Mesela Mesnevî, Amerika'da çok okunan kitaplar arasındadır ve dinî bir kitap olarak okunmamakta, bir şiir kitabı olarak okunmaktadır; çünkü tür olarak manzum bir eserdir. Eserleri türüne göre değil, dayandığı paradigmanın İslam oluşundan dolayı ''dinî'' olarak tanımlamak, eksik bir tanımlamadır. Çünkü, bir kitap veya eser İslamı temel almadığı halde de ''dinî'' bir eser olabilir. Hayata dünyevî bakış açısı getiren, yeni bir sistem tanımlayan ve semavî dinlere karşı çıkan bir kitap da aslında bir din tanımlamaktadır. ''Din'' kavramının tanımında ''semavî'' olacak diye bir şey yoktur.
Mesnevî ve Risale-i Nur Külliyatı
Dolayısıyla, meselâ, Mesnevî veya Risale-i Nur Külliyatını da birer ''kişisel gelişim'' eserleri kabul edebilirim. Çünkü bu eserler, kişiyi olgunlaştırırlar; sadece üst korteksi programlamazlar, bilinçaltına, insanın diğer ''letaifine'' hitap ederler ve kişinin farkında bile olmadığı ''yaraları'' tedavi ederler. Fakat bunu, kişide, ölümü de hayata dahil eden ve İslamı temel alan bir paradigmayı olgunlaştırarak yaparlar. Bence, Mesnevî de İslamî esasların yanında, temel unsur, ''aşk'' iken risale-i Nur külliyatında temel unsur ''şefkat'' olarak ele alınır. Yani her iki eserin de, aslında dünyevî görnen birer ''merkez'' kavramları vardır.
Dolayısıyla, ''dinî kitaplar, sadece İslamî paradigmaya daynananlardır'' diye bir ilke yoktur. Mesela benim tercüme etmiş olduğum ve Masaru Emoto'ya ait ''Sudaki Mucize'' adlı kitap, kişisel gelişim kitabı olarak bilinir, ama paradigması açısından Şintoizme dayanır. Şimdi Masaru Emoto'nun kitabı Şintoizme dayandığı halde, kişisel gelişim türüne dahil edip, insanın kalitesini artıran bir esere, sözgelimi Risale-i Nur Külliyatını sadece ''dinî'' olarak tanımlamak yeterince adil olur mu?
Kitaplar ve paradigmaları
Bütün bunları neden anlatıyorum? İnsanın hayatına dair bütün eserler bir paradigmaya dayanır. Fakat ne yazık ki Türkiye'deki ''kişisel gelişim'' yazarlarının çoğunda net bir paradigma değil, iyi niyetli, ama temelsiz tavsiyeler görüyorum. Belki ''iletişim becerilerini'' ele alan bir kitabın net bir paradigması olmak zorunda mıdır?''diye bir soru sorabilirsiniz. Ben de: ''Evet olmak zorundadır!'' derim. Çünkü satış, eğitim vs gibi dünyevî görünen bir amaç için de olsa, insanlarla sürekli olarak iletişime geömeniz durumunda, aslında bu sürecin ne denli yorucu olduğunu göreceksiniz veya görmüşsünüzdür. Ondan sonra Yunus'un ''Yaratılanı hoş gör, Yaratandan ötürü'' sözünü daha iyi anlarsınız! Neden eski zamanlarda, her meslek erbabının devam ettiği sohbet halkası olduğunu daha iyi kavrarsınız. Çünkü insan, kendisinin veya başka bir insanın, cenneti veya cehennemi olabilir! İnsanlara karşı sabırlı olabilmek için, onlara aranızdaki işlemin tanımladığı sözgelimi ''müşteri'' kavramından öteye giden, bir bakış açısına sahip olmalısınız.
Özellikle Türkiye'deki redd-i miras ele alınmadan, kişisel gelişim tavsiyeleri çok işe yaramayacaktır. Çünkü 600 yıllık bir birikim, eleştirel ve seçici bir bakış açısıyla ele alınmaksızın, tamamen reddedilmiştir. Yerine de net bir değerler sistemi konamamıştır ve zaten böyle bir çaba olduğundan da kuşku duyuyorum. Dolayısıyla birey yalnız kalmıştır ve herşeyi bizzat kendisi tanımlamak zorunda bırakılmıştır. Sözgelimi ''Hayatta pozitif olmak nedir?'' veya ''Ölümlerin, ayrılıkların veya farklı sorunların arasında yaşayıp giderken, hangi teselliyle pozitif olabilirim?'' gibi soruların cevapları verilmemiştir. Bu açıdan sözgelimi Masaru Emoto'nun veya Muhammed Bozdağ'ın ''Pozitif bakış açısını'' temellendirme çabalarını anlamlı bulurum. Ama bireyde köklü bir paradigmayı olgunlaştırmaksızın, hayata pozitif bakmasını sağlama çabaları çok işe yaramadığını; sadece geçici neşelenmeler sağlayabileceğini düşünüyorum.
Dolayısıyla 600 yıllık mirasın reddini sorgulamadan süpermenin annesini sorgulamak, eğlenceli olsa da açıklayıcı değildir.
Savaş ŞENEL
İngilizce Öğretmeni & İletişim Danışmanı
Duyuru: ''Yeniden Genç Olsaydım, Neleri Farklı Yapardım?'' veya ''Latif-Ergonomik ve Sohbeti Çekici Bir İnsan Olmak'' adlı seminerlerimle ilgili olarak beni davet etmek istediğiniz takdirde, talebinizi aşağıda verilmiş olan her iki email adresine birden göndermenizi tavsiye ediyorum.
[email protected] ve [email protected]