Yazmak Üzerine...
Sanıyorum senelerden 2006... Yıldız teknik üniversitesini kazandım diye havalar uçtuğum cahillik yıllarım olsa gerek. Yıldız Teknik'i kazandıktan sonra 1 yıl davutpaşa kampüsünde (o zamanlar kışlaydı) hazırlık okudum. Hazır öğrencisi olarak verilen bir ödevi yapmak için Topkapı Sarayına gittiğimi bile hatırlıyorum (Ne inekmişsem demek ki). Ödev de ne: turistlerle konuşup sunum hazırlayacağız. Şimdi olsa hiç oralı bile olmam ya neyse... İşte o zamanlardan hatırlıyorum yanlış değilse...
Topkapı sarayının içerisindeki III. Ahmet Kütüphanesi Osmanlı döneminde eğitim maksadıyla kullanılırmış. Malum dönemin şartları kütüphane de elektrik yok. Mumla ışıl ışıl eğitim görüyorlar fakat kütüphanenin içine girince sizi kocaman bir avize karşılıyor. Normalde AT misali sadece boyumuza paralel yerlere baktığımız için avize çok dikkatimizi de çekmemişti ki sağ olsun kapıdaki güvenlik görevlisi bizim fotoğraf çektiğimizi görünce geldi avizeyi gösterdi. Detaylı bilgiyi de o yine verdi.
''Avizenin içine dikkat ettiniz mi?'' diye sordu. Yanımda bir arkadaş daha vardı. Şöyle avizeye eğilip dikkatlice bakınca küçük yuvarlak kağıtlara tek kelime şeklinde yazılmış yazıları fark ettik.
Hemen kafada ''burada ne olabilir? Hem de küçük kağıtlara yazılmış tek kelimelik yazılar'' diye sorunca aklıma gelen ilk cevap Esma-i Hüsna oldu. Ukalalıkta işin dibine vurmam gerek ya kendimden emin bir şekilde cevabı verdim.
Adam sanki o ukala tavrımı aşağılar gibi baktı ve alaycı bir şekilde kafa salladı.
Avizenin en tepesindeki kağıtta bir soru var dedi: ''Dünyayı nasıl yönetiriz''. Cevabı da aşağıdaki küçük kağıtlarda yazıyor dedi.
Okuyarak.
Yazarak.
Onlarca kez aynı yazı tekrar ediyor. Okuyarak, Yazarak, Okuyarak, Yazarak...
Aklımdan çıkmayan bir anıdır. Ecdadın dünyayı yönetme planını nesillere aktardığı fakat at misali bakanların göremediği ince ayrıntıyı o gün biz orada o güvenlik görevlisinin yönlendirmesiyle gördük.
Okuma oranın düştüğü şu günlerde yazma oranından hiç bahsetmek bile istemiyorum.
Yine yazmayla ilgili olarak Prof. Dr. Ahmet DAVUTOĞLU sanırım Küresel Bunalım kitabının ön sözünde zekayı geliştiren 3 şeyden biri olarak tanımlıyordu. Okumak, konuşmak, yazmak...
Şimdi geliyorum günümüze...
Malum günümüz ergenlerinin artık sesli harflere ihtiyaç duymadığı bir önceki neslin sms konuşmalarından bugünün twitter konuşmalara bakarak anlaşılıyor. (slm, mrb, asl, u vs.)
Aslında bu neslin en büyük sorunu da belki yazmak ve okumaya karşı geliştirdiği istemsiz tepki. Herkes kendi evinde bilgisayar başında dünyaya konuştuğunu iddia edip eve gelen misafire hoş geldin diyemeyecek kadar konuşmadan uzak, 140 karakterlik aforizmaları (ç)alıntı yapıp, bir köşe yazısı okumaktan aciz. Belki de tüketim topluluğunun tükettiği son şey toplumun kendisi.
İşte böyle bir ortamda geçenlerde yıldızdan tanıdığım ve yıldız olmaya aday gördüğüm konuşması, yazması, zekası ile ön plana çıkan bir arkadaşım bir öneri sundu.
Bir blog ortamı yazsak tutar mı?
Nah tutar!
Kim okuyacak?
Hadi okumak tembel işi... Kim yazacak?
140 karakteri bile fazla gören, ''Pamuk Prenses ve Yedi cüceler'' masalını ''pamuk ve cüce'' diye özetleyen bir nesil ne okuyacak ne yazacak?
Biz oturalım televizyondan dünyayı kurtaran amerikan kahramanlarını izleyelim sonra da ya bu filmleri niye biz yapamıyoruz diyelim. Niye hep amerikalılar dünyayı kurtarıyor diyelim.
Ya da egomuzu şişirip, ''oğlum var ya bizim dedelerimiz fransaya bir mektup yazmış valsi kaldırmış'' diyelim.
Ama daha fazlasını zorlamayalım.
Selam ve dua ile...
Bu arada blogunu yeni kuran Erdem Baltacı'ya başarılarının devamını diliyor ve herkesi blog yazmaya teşvik ediyorum.